Tarihten Kadın Portreleri’nde bu hafta hayatının merkezine aldığı sosyalist mücadele ve kadın direnişi nedeniyle işkence edilerek öldürülen bir kadın var: Rosa Luxemburg.
“İşçilerin dünya çapındaki kardeşliği, bence yeryüzünün en yüce ve en kutsal şeyi; benim yol gösterici yıldızım, idealim ve vatanım; bu ideale ihanet etmektense, hayatımı vermeyi seve seve kabul ederim!”
Dünya sosyalist hareketinin söylemleri ve eylemleriyle unutulmaz isimlerinden biri haline gelen Rosa Luxemburg, 5 Mart 1871’de Polonya’nın Zamosc kentinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir.
Sosyalist hareketle henüz lisedeyken tanışan Rosa, Polonya Proletarya Partisi’nin organize ettiği genel grevde görev alır. Bu grev nedeniyle dört parti lideri idam edilir, Rosa ise İsviçre’ye kaçmak zorunda kalır.
Rosa, Zürih Üniversitesi’nde hukuk ve politik ekonomi alanında eğitim alır. Aynı zamanda buradaki yoldaşlarıyla tanışarak, politik faaliyetini sürdürür. Burada Sprawa Robotnicza (İşçi Davası) gazetesinin kuruluşunda öncülük eder.
Rosa’nın yoldaşları ile birlikte çıkardığı bu gazete, Polonya Sosyalist Partisi’nin milliyetçi politikalarını eleştirir ve kurtuluşun ancak kapitalizmi ortak bir mücadele ile yok ederek sağlanacağını savunur. Onlar için esas olan işgal ve diğer faşist saldırılara yol açan kapitalizmi yıkmaktır. Bu nedenle yalnızca Polonya’nın bağımsızlığına odaklanmanıın yeterli olmayacağı fikrini savunurlar.
1890 yılında Bismarck’ın sosyal demokrasiyi yasaklayan kanunun lağvedilmesi ardından, sosyalistler parlamentoya girer. Bu Rosa’nın savunduğu görüşe uygun değildir ancak zaman içinde tabir–i caizse Rosa akıp, kendi yatağını bulacaktır.
1898’de Almanya’ya taşınan Rosa ile yoldaşı ve aynı zamanda uzun süre sevgilisi olan Leo Jogiches, tüm bu görüşler etrafında bir araya gelen devrimciler ile birlikte Sosyalist Demokrasi Partisi’ni (SDP) kurarlar.
Rosa Almanya’da da özellikle revizyonist çizginin karşısında bir duruş sergiler. İşçilerin birliği, kadınların kurtuluşu ve her türlü işgal ile savaş politikalarına karşı topyekün bir mücadele hattı örer. Bunun için zaman zaman kendi yoldaşlarına karşı çıkmaktan da geri durmaz.
İşçi mücadelesinin önemine her fırsatta vurgu yapan Rosa, sistem çarklarını derinden sarsmanın en etkin yollarından biri olarak genel grevi önerir. Ancak bu önerisi partili yoldaşları tarafından kabul edilmez.
Rosa bu fikir ayrılığı ve revizyonist tartışmalar sonrası SDP’den ayrılır. Patlak veren savaş sırasında SDP’nin hükümeti desteklemesi Rosa’yı ciddi anlamda sarsar ve 1914’te yoldaşı Karl Liebknecht ile birlikte Enternasyonal adlı grubu kurar. Bu grup adını 1916’da Spartaküs Birliği olarak değiştirir.
Savaş karşıtı eylemler düzenleyen grup, kurdukları bir yeraltı gazetesiyle de bu düşüncelerini kitlelere ulaştırmaya çabalar. Bu dönemki faaliyetleri nedeniyle tutuklanan Rosa, I. Dünya Savaşı’nın uzun bir dönemini cezaevinde geçirir. Burada kaleme aldığı yazılar, yoldaşları tarafından dışarı kaçırılarak yayımlanır.
Rosa tıpkı dışardayken olduğu gibi içeride de teorik çalışmalarını sürdürür, pek çok makale yazar. Bunların arasında Lenin ve Bolşevik’lerin kimi politikalarını eleştirdiği ‘Rus Devrimi’ yazısı da vardır. Rosa bilhassa Lenin’in ‘merkeziyetçi’ politikasını eleştirdiğini anlatır.
Onları ayıran noktalardan biri de proleterya diktatörlüğünün yürütülüşündeki muhteveya dairdir. Rosa’ya göre bu sistem parti tarafından değil bizzat işçi sınıfının kendisi tarafından yürütülmelidir.
Lakin Rosa ve Lenin arasındaki görüş ayrılıkları, eleştiri metinleri aralarına düşmanlık sokmaz. Aksine bir araya gelirler ve hiç şüphesiz Rosa bu görüşmelerde de eleştilerini Lenin ile paylaşır.
Fikir ayrılıklarına rağmen Lenin’in mücadelesine derinden bağlılığı Rosa’nın Lenin’e dair en sevdiği yandır. Hatta bir arkadaşına gönderdiği bir mektupta Lenin için şu satırları yazar: “Onunla konuşmak bir zevk. Çok sevdiğim çirkin suratıyla, çok derin ve bilgili biri.”
1918’de cezaevinden çıkan Rosa, Alman Komünist Partisi’ni (KPD) kurar. Revizyonizme sonuna dek karşı çıkan KPD, gerçek bir devrim için mücadele eder. Lakin sonunda ‘kazanan’ revizyonistler olur ve SPD iktidarı üstlenerek Weimar Cumhuriyeti’ni kurar.
Rosa’nın varlığı sadece egemen güçler arasında bir sallantıya neden olmaz o aynı zamanda dönemin Avrupa’sında mücadelenin gerisinde tutulmaya çalışılan kadınlar için de bir çıkışın adı, sureti olmuştur.
“Özgürlük, sayıları ne kadar fazla olursa olsun, sadece hükümet yanlıları için ya da sadece parti üyeleri için olursa, ona özgürlük denmez. Özgürlük, her zaman muhalefetin özgürlüğü demektir.”
Kadın sorununun işçilerin sorunları ve faşizmin her türlü baskı mekanizmasıyla ortaklaştığını savunur. Düşmanın ortak olduğuna vurgu yapan Rosa, çözümün de bu nedenle kapitalizmin imhasıyla mümkün olduğuna inanır.
Yıl 1919’u gösterdiğinde halk arasında isyan büyür büyür ve Spartakist Ayaklanma’yı ortaya çıkarır. Elbette Rosa da bu ayaklanmanın baş mimarlarından biridir. Ancak bu noktada bir dönem beraber mücadele ettiği SPD lideri ve Almanya’nın yeni şansölyesi isyanı bastırmak üzere sağcı paramiliter güçlerden yardım ister.
Ve bu güçlerden yanıt gecikmez Rosa, ve Wilhelm Pieck 15 Ocak 1919’da tutuklanır.
Pieck bu esnada kaçmayı başarır. Rosa ile Liebknecht ise ağır işkencelere maruz bırakılır.
Ölene kadar darp edilen Rosa, yaşamını yitirdiğinde bedeni Landwehr Kanalı’na bırakılır.
Liebknecht de silahla vurularak öldürülür.
Bu dünyadan ideal ve ilkelerinden ödün vermeden geçen Rosa, hala hem kadın hem de sosyalizm mücadelesi veren yoldaşlarının önünde bir ışık olarak yanıyor.
Keza pek çok şair, yazar ve sanatçının da ilham kaynağı olan Rosa için şair Bertolt Brecht de bir şiir kaleme alır.
Bu şiir Rosa’yı anımsamanın en güzel hallerinden biridir.
“Burada Rosa Luxemburg gömülü
Polonyalı bir Yahudi kadın
Alman işçilerinin öncü savaşçısı
Alman sömürücülerinin emriyle öldürüldü
Ezilenler, gömün ayrılıklarınızı!”
Bu portrede, Queen Of The Neighborhood Kolektifi’nin hazırladığı ve Zeynep Bursa’nın Türkçeleştirdiği “Devrimci Kadınlar” kitabından yararlanılmıştır.
Gazete Karınca
0 yorum:
Yorum Gönder