17 Mart 2019 Pazar

Kapitalist Tarım Anlayışı

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğindeyiz, emperyalizmin tüm insanlığa ve doğaya acımasızca saldırısı her geçen gün artmaktadır. Neoliberal politikalar sömürü düzenini derinleştirirken, zenginlerin daha zengin, ezilenlerin daha da fakirleşmesini sağlamaktadır. “Küreselleşme” ve onun aktörleri olan çok uluslu şirketler (ÇUŞ), her türlü teknoloji, enerji ve tarım alanında sömürülerini arttırmak ve sömürülerinin işleyiş mekanizmalarını sağlamlaştırmak için yeni yollar geliştirmektedirler. Biyoteknoloji ve bunun tarım alanında kullanımı, neoliberal şirketlerin insan sağlığını ve ekolojik dengeyi umursamaz tavrının bir örneğini sergilemektedir. Kapitalist tarımı (entansif tarım) ve son yıllarda burjuva medyasında çok sıklıkla karşılaştığımız kavramlar olan transjenik ürünler, transjenik besinler, modifiye edilmiş besinler ya da genetiğiyle oynanmış bitkiler neyi ifade etmektedir ve emperyalizm bunu bir silah olarak nasıl kullanmaktadır? Bu soruların yanıtları aşağıdaki başlıklar altında irdelenemeye çalışılmıştır.

Transjenik Ürünler

Buğday, mısır, soya fasulyesi gibi birçok bitkinin genetik şifrelerinde değişimler yapılarak, daha fazla ürün veren tohum üretme çalışmaları sonucunda üretilen tohumlar, bugün tüm dünyada tarım alanlarına girmiştir. Çok uluslu şirketler(ÇUŞ) bu tohumları ilk piyasaya sürdükleri yıllarda çiftçilere tohum satarken üretilen mahsulden bir sonraki ekim için tohumluk ayırmayacaklarına dair belge imzalatıyorlardı. Bu şirketlerin temel amaçlarının maksimum kâr elde etmek olduğu düşünüldüğünde böyle bir yöntem izlemeleri doğal iken, küresel açlığı yok etmek üzere bu tohumları geliştirdikleri propagandaları ise koskoca bir yalandır. Daha sonraları belge karşılığı tohum satışının uygulamadaki zorlukları (tam denetleme yapamamaları, denetimler için ekstra maliyetlerin ortaya çıkması vb.) sebebi ile, bu tohumları bir ürün verdikten sonra ikinci bir ürün vermeyecek şeklinde düzenleyecek biyoteknolojik çalışmalara hız vermişler ve başarılı da olmuşlardır.

Bu tohumların yapılarına yeni genler ilave edilerek, bir hasattan sonra üretilen tohumdan ikinci bir ürün üretilmesi engellenmiştir. Bunun için bu tohumlar “intihar eden tohumlar” olarak adlandırılmaktadır. Monsanto, Cargill gibi çok uluslu tohum şirketleri, ürettikleri bir ürünlük tohumla, dünya ölçeğinde yıllardır üretilen yerel türlerin yok olmasını sağlamışlar ve bu alanda muazzam bir tekel olmuşlardır. Artık dünya ölçeğinde büyük bir bağımlılık ilişkisi olan, üreteceğin ürünün tohumunu bu şirketlerden alma zorunluluğu kendini göstermeye başlamıştır. Transjenik tohumlardan elde edilen ürünler, besleyicilik bakımdan düşük ve yapısına gen eklemeleri olduğu için genetiksel anlamda patolojiktirler.

Yoğunlaştırılmış, makineli kapitalist tarım, ekosistemin geri dönüşümsüz olarak tahrip etmektedir. Sınırlı alanlarda aşırı üretim yapılan bu tarım modeli, küresel açlığın bir çözümü olamaz. Yerel, kimyasal kullanılmadan, toprağın özelliklerine uygun, doğayla uyumlu, makineleşmemiş, geleneksel tarım küresel açlığın tek çözümüdür; ayrıca tüm dünyada küreselleşme adı altında uygulanan neoliberal politikalara karşı ezilenlerin oluşturacakları mücadele hattı, emperyalizm ile tarım alanındaki özelleştirmesi olan bu transjenik tohum ve bağlantılı olarak besin silahı saldırısının bir bütünlük içinde olduğunu kavramalıdır.

Entansif Tarım

Burada çok uluslu şirketlerin küresel açlığı önleme palavrasını dayandırdığı entansif tarımı (makine kullanılan tarım, “modern” tarım) açımlayalım; diğer dayanağı olan biyoteknoloji ise ileride örneklenecektir. Entansif tarım gerçekten ürün miktarını artırmıştır ama geleneksel tarımda masraf hanesinde bulunmayan traktör, biçerdöver gibi araç fiyatları ve bu araçların bakım masrafları, mazot masrafları gibi masrafları da eklemiştir.

Entansif tarımdan ayrılamayacak pestisit, herbisit vb. tarımsal ilaçlar ve bitki besleyicileri (azot ve fosfor gübreleri) de geleneksel tarımda olmayan girdilerdir. Böylece kapitalizm, çiftçileri hem bu makineleri ve kimyasalları kullanmalarını sağlayarak borç döngüleri içine sokmuş (sömürüsünü arttırmış) hem de toprakla kurdukları görece metabolik ilişkiyi ortadan kaldırarak yabancılaşma olgusunu ortaya çıkarmıştır.

Kapitalizmin “modern” tarımı, bırakın açlık sorununu çözmeyi, insanların sularını, topraklarını, besinlerini kirletmiş hem de bunu oldukça yüksek maliyetlerle yapmıştır ve küresel şirketlerin en besililerini ortaya çıkarmıştır. Reel sosyalist ülkeler diğer birçok alanda olduğu gibi tarım alanında da kapitalizmi takip etmiş (silahlanma yarışı, ekolojik problemler, nükleer kullanımı vb.), entansif tarımı yaygın olarak kullanmıştır.

Geleneksel tarım ve entansif tarım arasındaki farkı daha net belirlemek amacıyla Küba tarımına özet bir bakış yapabiliriz. Küba da tarım uygulamaları gerçekten nasıl bir tarım sorusunun cevaplarını içeren büyük bir deney olarak değerlendirilebilir. Devrim sonrasında, geleneksel aile tarımı yerini Sovyetler Birliği’nin desteği ile entansif tarıma bırakmıştır. Tarım makinelerini, petrol, gübreler ve tarım kimyasallarını Sovyetler’den karşılayan Küba, tarımını bu girdiler üzerinden şekillendirmiş, yani dışa bağımlı bir tarım politikası izlemiştir. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile Küba’ya sağlanan bu yardımlar da ortadan kalmış ve Küba tarımı çökmüştür; Küba halkı açlıkla karşı karşıya kalmıştır.
Küba, tarım alanında yetişmiş insanlarının olması ve geleneksel aile tarımının zaten entansif tarıma geçmeden önce ülkedeki besin üretme yolu olmasının avantajları kullanarak, bu tarım yöntemini yavaş yavaş uygulamaya tekrar sokmuştur. Küba halkı, toprağın yapısına uygun bitki türlerinin seçimi, dönüşümlü olarak mahsul üretimi, nadas, uygun sulama teknikleri vb. uygulamalar sayesinde traktöre, petrole, zehre, hormona gerek kalmadan eski üretimlerinden daha fazla ürün üretmişlerdir.
Kapitalizmin sadece entansif tarımla üretimin artacağı yalanına karşı, tarım alanında kendi sömürüsünün kalıcılaşabilmesi ve maksimal kar sağlayabilmesinin tek yolunun entansif tarım olduğunun bilinmesi önemlidir. Entansif tarım, azgelişmiş ülkelerin ve Afrika kıtasındaki açlığın, ekolojik kirlenmişliğin ve tarımsal sömürünün başlıca nedenidir.

Biyoteknoloji ve Besin Silahı

ÇUŞ’ların tarımsal sömürüsüne biyoteknoloji ya da genetik bilimi son yıllarda yeni boyutlar getirmiştir. ÇUŞ’ların açlık sorununu genetiği ile oynanmış tohumların çözeceği yalanının uygulamaları, ekosistemde patolojik değişimler, bu besinleri tüketen canlılardaki genetik anomaliler ve çeşitli hastalıklara yakalanma sonuçlarını ortaya çıkarmıştır.

Birçok Avrupa ülkesi, bu tür ürünlerin ülkeye girişini yasaklamıştır. Avrupa, bu ürünlerin kıtaya girişine izin vermezken, ÇUŞ’lerin son yıllarda yaptığı baskılar sonucu, üzerlerine modifiye edilmiş besin yazılarak satışına izin vermek durumunda kalmıştır.

Tüm bunlara rağmen ÇUŞ’lar tarım alanındaki sömürülerinin devam ettirmek için insan ve doğanın sağlığını bozmaya devam etmektedir. ÇUŞ’lar modifiye edilmiş tohumlara başka bir misyon daha biçmişler gibi görünmektedir, bu misyonu Anadolu’nun tahıl sorununu açımlayarak incelemek konunun önemi ve emperyalizmin tarım sömürü ilişkilerini belirlerken kullandığı yöntemlerin daha net görülmesini sağlayacaktır.

Anadolu, buğdaygiller (Graminaceae) familyasının evrimleştiği ve gen havuzu yönünden banka görevi yapan bir coğrafik bölgedir. Arpa, buğday, yulaf, çavdar gibi tahıllar tür ve genetik çeşitlilik açısından Anadolu da evrimleşmiştir; yani tahılın anavatanı, Anadolu’dur. Genetik hırsızlık yapan, tahılların Anadolu’daki türlerini toplayıp kendi tohum bankalarında muhafaza eden, bu tohumlara gen ilaveleri ve değişimleri yapan çok uluslu şirketler, ürettikleri intihar eden bu tohumlarla, tahılların anavatanı olan Anadolu’da dahi yerli türlerin ortadan kalkmasını sağlamışlardır. Anadolu çiftçisi, tüm dünyada olduğu gibi tohum şirketlerine bağlanmış ve her yıl yeni tohum almak zorunluluğuyla karşı karşıya bırakılmıştır.

Emperyalizm, orijinal türlere göre besleyicilik yönünden zayıf olan, genetiği değiştirildiği için doğal ekosistemlerde genetik kirlilik yapan ve insan sağlığı için genetik ve patolojik problemler yaratan bu genetiği değiştirilmiş tohumları, kâr ve tarımsal üretim yönünden ülkenin dışa bağımlılığı sağlamak için kullanmaktadır. Bugün yerli türler çok nadir olarak üretilirken, genelde transjenik tohumlar tarımsal üretimde kullanılmaktadır. Tahılın anavatanı olan Anadolu, ithal ve çoğaltılması emperyalist şirketlerin tekelinde olan tohumlarla işgal edilmiştir.

İşte emperyalizmin “besin silahı” terimi de burada tanımlanabilir, tohum tekelini elinde tutanlar, aynı zamanda besin üretimini de tekelleri altına almış oluyorlar, emperyalizm ve işbirlikçileri, ezilen halklara karşı bir silah olarak kullanılabilecek bu tekel ilişkisini yavaş yavaş bu boyutlara getirmişlerdir. Anadolu tahılı örneğinde olduğu gibi tüm dünyada çok uluslu tohum şirketleri tohum üretimini tekeline almış ve tarımsal üretimi belirleme noktasında belirleyici ve hatta tehdit edici bir noktaya gelmiştir.

SOSYALİST DEMOKRASİ GAZETESİ
Share this article :

0 yorum:

Yorum Gönder

 

Bu Blogda Ara

Sol Politik - Copyright © 2012 - All Rights Reserved | Sol Düşün |Blogger TemplatesKontak Blogger