17 Mart 2019 Pazar

Terk Etmek mi Kaçmak mı?


“Ayrıcalıkların sadece eşitlikten doğduğu, vatandaşın yönetime, yönetimin halka, halkın da adalete tabi olduğu bir düzen istiyoruz.”

[Robespierre]

“Haksızlığa sapıp bütün insanların senin peşinden gelmeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalman iyidir.”

[Mahatma Ghandi]

Ferhat Tunç Avrupa'ya gitti, “neden Rojava'ya ya da Irak Kürdistanı’na sığınmadı?” gibi sorular geliyor insanın aklına, onu kendisinin bir ara çıkıp izah etmesi gerekir. Açıkçası toplumun belli bir kesiminde büyük bir hayal kırıklığına neden olduğu aşikâr. “Halkın sanatçısı, bu zamanda halkın yanında olmayacaksa ne zaman olacak, sorulması gereken bu.

Bazı arkadaşlar, çıkıp Ferhat Tunç’u gerçekçi sinemanın yönetmeni Yılmaz Güney ile kıyaslıyorlar. Her ikisinin yaşadığı dönem farklıdır, öncelikle bunu iyi idrak etmek gerekir. Ve ikisi de kıyas edilmeyecek kadar alanlarında ve duruşlarında değerli sanatçılar ve aksiyon insanlarıdır.
Yeni Dünya İçin Çağrı dergisi okuru bir arkadaştan öğrenmiştim: Yılmaz Güney son ana kadar vazgeçmedi. Kanser tedavisi olmak istedi. Fakat 12 Eylül cuntası ona “senin safra kesende taş var” dedi, hâlbuki mide kanseriydi, bunu Isparta'daki cezaevi hekimleri de biliyordu, Ankara'dan gelen raporlar kendisinden gizlenmişti. Sonraki süreçte öğrenene kadar çok geç kalmıştı. O günleri daha iyi anlamak için Duvar filmine bakmanız yeter, zaten film Isparta Cezaevi’ni, devrimcilerin, çocukların hayata dair yürekli inançlarını anlatıyor.

Gelelim Ferhat Tunç'a: bir tek o mu, Ferhat Tunç ne ilk olacak ne de son. Kürdistan'da bölgesel bir iç savaş var, nereden baksanız 40 yılı aşkın bir süredir düzenli bir “iç harp” hâli yaşanıyor. Şuanda baş-yücelik, şu bu şekilde tükendi. Anadolu'da durum, gidiş hattı, “iç harp” arifesini andırıyor, iktidar cephesinden gelen açıklamalar her şeyin aynası gibi duruyor. Ferhat Tunç gibi sanatçılar, hele ki politika ile haşır neşir ise, üç aşağı beş yukarı olacakları kestirmiştir. Çünkü cezaevlerinde ne olacağı belli olmadığı gibi, hukuk ta yok. Yılmaz Odabaşı da 2017 Haziran’ında seçim sonuçlarına bakarak ülkeyi terk etme kararı almıştı, yine sonrasında Murat Belge de aynı şekil de. Yani biz yoksullar, yine biz bize kaldık.

Koskoca ülkede kimler terk edip kaçmıyor ki, Ferhat Tunç muhalif toplumsal sanatın, nasıl bir cendere, baskı ve sıkışıklığın içinde olduğunu göz önüne sunan, son zamandaki ülkenin 2019’daki olacakların görünen yüzü gibidir âdeta.

Demiştim ya yukarıdaki paragrafta belirtildiği üzere, kimler kaçmıyor ki. Örneğin ülkede hak, hukuk ve adalete güvenemeyen yerli sermaye de parasını kendisiyle birlikte yurtdışına kaçırıyor. Bir ülkede burjuva kaçıyorsa, o ülkede olacakların bilinmezliği iyiye alamet değildir. Beyin göçü, eğitimlilerin gitmesi, bir ülkenin kendine yapacağı en büyük kötülüktür, ha bir de halkı sesini yükseltmiyorsa gerisini siz düşünün.

Yaşananlar ülkenin gelindiği noktayı gösteriyor. Bu manzara, baskı sindirilmişlik, korku, yıldırma, adam kaçırmaların yeniden hortladığı bir dönem.

Onun için “Ferhat Tunç ülkeden kaçmış” cümlesi tartışmaya açıktır, bence bu kaçmak değil sadece terk etmektir. Ferhat Tunç neden gitmek zorunda kaldığını Twitter’da şu şekilde ifade ediyor : “Kimliğim, kişiliğim bana yoldaşlık arz eden bağlamam ve sesimle zor bir yolculuğa çıktım bugün; geride tırnaklarımla kazıdığım bir hayat, yaralı, yorgun bir ülke bırakarak. Düşünmeye, konuşmaya, üretmeye bir süreliğine yurt dışında devam edeceğim. Bir adım bile geri atmadan” diyor.
Yine Odak gazetesi yazarı Erol Zavar, yıllardır içeride haksız yere yatıyor. Kaçmak farklı bir yorum. Kaçsa ne olacak, sonuçta insanî nedenlerdir bunlar.

Heyhat, Ferhat Tunç, gençliğinde “Kaypakkaya Hareketi”nin bir parçasıydı, daha sonra süreçlerde fikirleri sınıfsal düşünceden, Kürt ulusal düşüncesine ivmelendi, ama bu yılların usta sanatçısı asla ezileni, ötekileştirileni, gözaltında kaybedilenleri, elleri öpülesi Cumartesi Anneleri’ni hiçbir zaman yarı yolda bırakmadı. Munzur’a baraj yapılmaması için verilen mücadelede en öndeydi, Dersim dağları yakılırken, ormanları ateş verilirken de söndürmek için dostlarla ateşe su serpip toprak çalan da, Amed’de Newroz Piroz Be şiarıyla halkı coşturan da. Anlayacağınız: Toplumsal muhalif sanatçılar hayatta iken değerli olmalıdır, sözleri para etmeli, aldıkları hayatî kararlarda insanları damgalamamaktır önemli olan.

Yani diyeceğim şu: O da Yavuz Bingöl türünden meslektaşları boyun eğip sesini çıkartmadan tercihini zorbadan, güçten yana yapabilirdi, yaranabilirdi ya da saray soytarılığı yapabilirdi, iktidar ve güç odakları ile yapması gereken ne varsa yapabilirdi yapmadı, yapamadığı için de halkın, ötekilerin takdirine hep şayan oldu.

“Baskılarıyla, yalanlarıyla bir gün olsun taviz vermedim. Sanatçı kimliğim ile halka karşı sorumluluğumu bir gün olsun ayırmadım. Sesimle yaşadım ama o sesin ahengine de kendim karar verdim ve yine bir gün olsun pişman olmadım.” [Ferhat Tunç]

Selahattin Aykurt


Share this article :

0 yorum:

Yorum Gönder

 

Bu Blogda Ara

Sol Politik - Copyright © 2012 - All Rights Reserved | Sol Düşün |Blogger TemplatesKontak Blogger