19 Mart 2019 Salı

Türkiye’de sandık devri bitti


“Ana muhalefet” Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), tek adam rejiminin bir şekilde temel ayağıdır. CHP tabanındaki iktidara yönelik şiddetli tepkinin, Kılıçdaroğlu’nun yönettiği bir mekanizma tarafından etkisizleştirildiğini herkes görüyor. Kanunun “gerçersiz” saydığı oyları “geçerli” ilan eden Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) kararıyla ve kırk türlü seçim hilesiyle açıklanan referandum sonucuna karşı dünyanın en meşru muhtemel bir toplumsal hareketi, genel merkez binası önünde hırsından ağlayan CHP kitlesine rağmen bizzat Kılıçdaroğlu tarafından engellendi. Sonra da utanmadan gazetecilere “hükümet niye bize kızıyor ki bu yürüyüşle milletin gazını alıyoruz” diyen aynı Kılıçdaroğlu tarafından “Adalet Yürüşü”yle sönümlendi. Referandumda yüzde 50 oyu bulmamış gayri meşru bir anayasa metni CHP sayesinde yasallaştı.

Şu anda bu rejim sadece tarihsel, bilimsel, ahlaki vb. anlamda falan değil düpedüz basit aritmetik anlamda gayrı meşrudur. Bu anayasaya dayanan hiçbir şeyin meşruiyeti olamaz. 24 Haziran seçimi de bu anlamda sonucu baştan belli gayrı meşru bir seçimdi. Ancak içindeki boykot yanlısı güçlü seslere rağmen Kılıçdaroğlu, partiyi seçime soktu. Halkların Demokratik Partisi (HDP) bir bakıma mecburen seçime girdi. Gerçekte referandum sonucunun meşru olmadığını kabul eden bütün muhalefetin seçime katılmamasının tüm haklı ve mantıklı gerçekleri hazırdı. İşin gerçeği, o günlerde Fikret Başkaya’nın çok doğru olarak ifade ettiği gibi toplumun çoğunluğunu temsil eden muhalefet parlamentoyu terk edip onu gayrı meşru ilan edebilir, ayrı bir yerde meclisi toplayıp kendisini toplumun gerçek temsilcisi ilan edebilirdi. Ama tabi ki, bütün bunlar ucu ikili iktidara uzanan iddialı bir siyasi kafa gerektirirdi. CHP’de bunun zırnık kadar emaresi olmadığı için faşizm tarafından siyasal sistemde zaten kazınmak istenen, eş genel başkanları ve milletvekilleri tutuklanmış HDP açısından ağır bedellerle mevzi tutabildiği o arenada var olmaya devam etmek için direnmek kalan tek doğru yol oldu.

Bu rejim altında ve bu YSK’nın düzenleyebileceği her seçimin sonucu baştan belli olduğu halde muhalefet 24 Haziran seçimlerine de katıldı. Ertuğrul Kürkçü seçim sonuçlarını değerlendirdiği bir röportajda HDP’nin 24 Haziran seçimlerine katılmasının gerekçesi Express dergisine özetle şöyle anlatıyordu: “Referandumdaki hilelerden sonra bu gayrı meşru anayasa altında seçimlere katılmamızın bir tek gerekçesi olabilirdi. Mademki aynı hileler bu seçimde de tekrarlanacaktı, biz YSK’nın 16 Nisan referandum sonuçları karşısında yapamadığımızı yapmak için yani bu defa oyunu bozmak ve oylarımıza sahip çıkmak için seçimlere katılmalıydık.” Röportajcının “Peki, niye YSK’nın açıkladığı seçim sonuçları karşısında yine bir şey yapılmadı?” mealindeki sorusuna Kürkçü’nün cevabı herkesin bildiğini tekrarlamaktan öteye gitmiyor: “O gece Muharrem İnce ortadan kayboldu vs.” …  Doğru; Muharrem İnce 16 Nisan referandum hilesi karşısında Kılıçdaroğlu’nun tabanı dizginleyici tavrına derin tepki duyan CHP’li kitlelere “bu defa hileye fırsat vermeyeceğiz, o gece milyonlar Türkiye’deki bütün ilçe seçim kurulları, il seçim kurulları ve Yüksek Seçim Kurulu önünde toplansın, ben de önünde olacağım” demişti. Sonra da o gece sırra kadem basmıştı. İyi de tarihi değiştirebilecek böyle büyük bir sosyal-siyasal olayın gerçekleşmesi bir kıtıpiyos burjuva siyasetçisine mi kalmalıydı? Az buz bir rakam değil, %12-13 oy alan bir HDP’nin o gece ve ertesi günler için kendi hazırlıkları yok muydu? Demek ki yokmuş…

24 Haziran gecesi, “kitleler ve önderlik” konusunda unutulmaz tarihi bir derstir. Sözünü ettiğimiz röportajın devamında Ertuğrul Kürkçü, yeni seçilen parlamentoda kalıp kalmamayı kendi aralarında tartıştıklarını, HDP’nin parlamento dışı muhalefet yapmayı ön planda tutarak şimdilik mecliste kalacağını söylüyor.

Gerçeği kabul edelim, muhalefet referandum düzenbazlığı sonrasında meclisten çekil(e)meyerek tarihi bir fırsatı kaçırdı. O zamandan beri bu parlamentoda yer alarak ve 24 Haziran seçimlerine katılarak “gayrı meşru” ilan ettiği rejime meşruiyet şırınga etmektedir. Parlamenter muhalefet kendisini kapana kıstırmış gibidir. Gerçeği herkes kabul etmelidir. Türkiye’de sandık dönemi bitmiştir. Antifaşist muhalefet başka bir mücadele yolu geliştirmediği için sadece bu nedenle sandık demokrasisinin uzatmalarını oynamaktadır.

Protestocu seçmeni sandığa çekme gayretleri

31 Mart yerel seçimleri kopartılan onca yaygaranın aksine Türkiye tarihinin en önemsiz seçimleridir. Yaratacağı hiçbir anlamlı değişiklik olmayacaktır. Devrimci ve antifaşist muhalefet açısından sadece YSK’nın sonuçları tayin edemeyeceği beldeler ve muhtarlık seçimleri bir anlam taşıyabilir. Elbette kayyum belediyelerinin Kürt halkının direnişinin bir göstergesi olarak geri alınması da büyük önem taşıyor. Bu ülkede hiçbir yerel seçim bu defadaki gibi neredeyse altı ay önceden medya cazgırlığıyla vatandaşın gündemine sokulmadı.  Sandıktan soğumuş seçmeni, özellikle de gidip kendi partisine oy vermeyecek olan protestocu muhalif seçmeni sandığa ısındırmak için bin türlü şaklabanlık altı ay öncesinden başladı. Bu işte başı Erdoğan çekti. “İstanbul’u kaybedersek Türkiye’yi kaybederiz” diyerek protestocu CHP’li seçmen tabanın en fazla olduğu İstanbul’da onları gaza getirmeye çalıştı. Ardından Bahçeli sözümona kendi tabanına “aman üç büyük ili kaybetmeyelim yoksa Cumhurbaşkanlığı Sistemi çöker” diyerek aslında protestocu muhalif seçmene sandık heyecanı vermeye çalışıyordu. Aynı kervana diğer partilerde katıldılar. Başka zamanlarda seçimlerde en çok iki ay kala konuşulmaya başlanan başkan adaylarının isimleri daha ortada fol yok yumurta yokken altı ay öncesinden televizyonlarda her gün her saat özel programlarla konuşulur oldu. Sanki seçimi kaybedebilirlermiş ve kaybederlerse tek adam sistemi ortadan kalkabilirmiş gibi beyhude umutlar yayarak protestocu seçmen kitlelerini sandığa heveslendirmeye çalışıp durdular. Eh, başta Kılıçdaroğlu CHP’si olmak üzere muhalefet partilerinin yardımıyla bu konuda belli bir başarı elde ettiler. Oysa görünen köy kılavuz istemez. Görev süresi dolduğu halde yeniden atanan bu YSK ile yine son seçimlerin neticesinden esasta farklı bir sonuç elde edilemeyecektir.

Seçmende “bunlar sandıkta yenilseler bile yenildiklerini kabul etmeyecekler” kanaati yerleşmeye başlamıştır. CHP seçmenleri arasında ve sosyal medyada yayılan boykot çağrıları iktidarı son derece rahatsız etmektedir. Sadece iktidarı değil objektif olarak iktidara payanda olan düzen partilerini de rahatsız etmektedir. Sandığa güvensizlik besleyen herkesi hainlikle suçlamaktadır. Yeter ki vatandaş sandık devrinin bittiğini anlayıp başka yollara tevessül etmesin.

Tek adam rejimi için sandık hayati önemdedir çünkü elinde meşruiyet iddiasını dayandıracağı başka hiçbir araç yoktur. Ne yapıp edip dört yıl sonraki seçim dönemine kadar bir daha tekrarlanmayacak olan bu son seçimde, referandumda YSK’nın açıkladığına benzer bir sonucu elde etmek zorundadır. Kürdistan’da “gerekirse yine kayyum atarım” tehdidiyle Kürtleri sandığa gitmekten vazgeçirmeye çalışırken Türkiye tarafında aksine “beni devirme şansınız var” ümidi yayarak muhalif seçmeni sandığa heveslendirmeye çalışmaktadır. Çünkü toplumun çoğunluğunun bu yönetime rızası bitmiştir. Bırakalım rızayı, iktidara karşı dinmek bilmez bir öfke ve nefret duygusu içindedir.

Yüzde 50’yi aşkın bir kesimin bu dinmeyen nefrete rağmen gösterdiği uysal sessizlik ile tek adamın burnundan kıl aldırmayan kibirli tiranlığı arasında pamuk ipliğine bağlı çok hassas bir denge vardır. Şu andaki ağır baskıya dayalı mevcut iktidar son derece kırılgan bir durumu ifade etmektedir… Bir kere daha “burası Türkiye her an her şey olabilir” diyoruz.

* Bu yazı, Komün Dergi’nin 2. sayısında yayınlanacak olan Mustafa Berk imzalı yazının 31 Mart yerel seçimlerine dair olan bölümüdür.

Komün dergi/ Mustafa Berk
Share this article :

0 yorum:

Yorum Gönder

 

Bu Blogda Ara

Sol Politik - Copyright © 2012 - All Rights Reserved | Sol Düşün |Blogger TemplatesKontak Blogger