"Yoldaş Ortakaya'yı birkez daha özlem ve hasretle anıyoruz. Devrimci tarih asla unutmaz."
Türkiye’de eğitim sisteminin dayandığı felsefe, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne değin birçok kez değişikliğe uğramıştır. Cumhuriyetin yeni kurulduğu dönemde John Dewey’in kurucuları arasında yer aldığı, felsefi temelini pragmatizmden alan “ilerlemecilik” eğitim anlayışı zamanla değişmiş ve süreç içinde “daimicilik”, “esasicilik” gibi eğitim anlayışları da uygulanmıştır.
Eğitim anlayışındaki dönüşümler, kapitalist gelişmeden ve bu gelişmelerin doğurduğu ihtiyaçlardan bağımsız düşünülemez. Eğitim felsefesindeki son dönüşüm ise 90’lı yılların sonu 2000’li yılların başından itibaren uygulanan “toplam kalite yönetimi”, “yaşam boyu eğitim”, “yönetim geliştirme” gibi kavramlarını sıkça duyduğumuz “yeniden kurmacılık” eğitim anlayışına dayanır. Bu eğitim anlayışının kavramları bize eğitimde yaşanmakta olan neo-liberal dönüşümün uygulanmasının esaslarını hatırlatır.
Bu kavramlara baktığımızda, aslında bunların bir çoğunun fabrikaların çalışma düzenine uygun kavramlar olduğunu ve eğitim sisteminin de bir fabrika gibi görüldüğünü görebiliriz. Eğitim sisteminin “girdi”si olan öğrenci, “süreç” ve “çıktı” aşamalarında işçiliğe hazırlanır, hatta bazı “süreç”lerde işçileşir ve patronların istediği bir “ürün” olarak mezun edilmeye zorlanır. Bu işçileşme sadece meslek liseleri ve meslek yüksek okullarına özgü değildir. Eğitim sisteminin, öğrencileri ucuz iş gücü olarak kullanabileceği bir düzeneğe sahip olması bir yönden, eğitimin paralı olması (sadece har(a)ç değil, eğitimin tüm giderleri) öğrencileri bir başka yönden işçileşmeye doğru itmektedir.
Öğrencinin Sosyal Yaşamı ve İşçi Sınıfı
Öğrenci gençlik hareketiyle, işçi sınıfı ve diğer toplumsal hareketler arasındaki diyalektik ilişkiyi yadsımamakla beraber, diyebiliriz ki, öğrenci hareketi devrimci hareketin en dinamik parçasıdır. Öğrenci gençlik, niceliksel olarak da devrimci hareket içinde azımsanamayacak orana sahiptir. Bu durumun sebepleri, genç olmaktan gelen dinamiklik, gencin önünde henüz yaşanmamış bir yaşam olduğundan ötürü taşıdığı, bugünü sorgulama ve geleceğe dair müdahalede bulunma isteği olarak belirtilebilir. Ayrıca genç, toplumsal yaşamın rollerini, baskısını henüz kendisinden daha da yaşlı birine göre tamamen içselleştirmiş ve kabul etmiş değildir. Öğrenilmiş çaresizliği kabul etmemiştir. Peki sisteme karşı çıkarken sadece “aydın” bir birey olarak mı bunu yapar?
Öğrenciler bütün bunları düşünürken, hayata geçirirken, kapitalist sistemin bütün uygulamalarını hayatlarında somutlarlar ve bu sisteme karşı mücadele ederler. İşte bu somutlamanın sebebi, işçi- emekçi bir üniversite öğrencisinin ezilen sınıfla kesişen, benzer olan sosyal yaşamıdır. (Buradan işçi-emekçi çocukları da işçidir, emekçidir gibi bir sonuç çıkmaz. Vurgulanan sosyal yaşam benzerliğidir.) Öğrencilerin daha fazla soru sorması, okuması, devrimci harekete katılmalarının tek yönlü bir sebebi değil, sosyal yaşamlarıyla bu durumların etkileşimi sonucunda ortaya çıkan bir sonuçtur.
Öğrencinin Üretimle İlişkisi
Öğrenci hareketinde, öğrenci kimdir sorusuna verilen yanıtı, eğitim sisteminin ve doğal olarak ondan etkilenen öğrencinin değişen durumu bağlamında yeniden gözden geçirmek gerekir. Kavram olarak öğrenciyi ele aldığımızda; yaşamsal ihtiyaçlarını, üretimi kendisine ait olmayan bir değer tarafından finanse ettiğini ve karakterinin, küçük burjuvaziye benzediğini söyleriz. Lâkin bugün baktığımızda, yaşamsal ihtiyaçlarını kendisinin ürettiği değerle finanse eden öğrenciler-işçiler de vardır. Bu durumda öğrencileri toplumun temelde ayrıştığı işçi ya da burjuva sınıflarından birine yerleştiremiyoruz.
Mücadele Yönü Nasıl Olmalıdır?
Bu değişim beraberinde öğrenci hareketine yönelik, gerek teoride gerek pratikte farklı ihtiyaçları ortaya çıkarmaktadır. Değişen ihtiyaçların sonucu olarak, öğrenci gençlik hareketinde iki farklı hatalı anlayış vücut bulmaktadır.
Bu anlayışların ilki; öğrencilerin işçileşme, işsizlik ve geleceksizlik gibi gerçekliklerinden yola çıkarak, öğrencileri “öğrenci karakteri”nden ve öğrenci olmanın getirdiği sınıfsal özelliklerinden kopararak, akademik – demokratik mücadeleyi bir yana bırakan, öğrenciden “işçi” çıkaran ve öğrenci hareketine işçi hareketi gibi yaklaşan anlayıştır.
Bir diğer anlayış ise, öğrencilerin işçi sınıfıyla bağını kurmayan, onu sadece akademik demokratik mücadelenin öznesi olarak gören anlayıştır. Bu anlayışa göre; eğitimin piyasalaşmasıyla beraber, öğrenciler bugün geçmişe oranla sahip oldukları avantajlı konumu gittikçe kaybetmekte ve sosyal ayrıcalıklarını da bir çok alanda yitirmektedir.
Öğrencilerin sınıfsal olarak, işçi sınıfından bağımsız ideolojik varoluşlarını gerçekleştirebileceklerini ve ellerinden alınan ayrıcalıklı konumları için mücadele etmeleri gerektiğini söylemektedir.
Öğrencilerin işçileşmesi ve işçiliğin gençleşmesi, önümüze öğrenciliğin soyutlanmış tanımından farklı bir tablo çıkarıyor.
Devlet üniversitelerinde ve meslek yüksekokullarında eğitim piyasayla bütünleşmekte ve okul/fabrikadan çıkan öğrenciler/ ürünler, alıcı/patronların hizmetine sunulmaktadır. Eğitim, piyasanın beklentilerine göre şekillendirilmektedir.
Öğrencilerin işçileşmesi sonucunda, işçi sınıfıyla öğrenci arasında, ikisinin kesiştiği ve ne salt öğrencilerin akademik-demokratik mücadelesinin ne de öğrencilerin işçi sınıfının bir parçası olarak görülerek yürütülecek bir mücadelenin karşılayamayacağı ara bir alan oluşmaktadır. Bu alanı kapsamak için de öğrenci hareketinde farklı mekanizmalara ihtiyacımız vardır.
Öğrenci gençliği salt “aydın bilinçli” insanlar olarak tanımlamak, onun sınıfla bağını koparmak ve öğrenci gençliğinin mücadelesini salt akademik-demokratik mücadele alanıyla sınırlamak, tıpkı öğrenci gençliğin akademik demokratik mücadelesini bir yana bırakıp öğrenciden “işçi” çıkarmaya çalışan anlayışta olduğu gibi günümüzdeki öğrenci gençliğin tanımlanması ve kapsanması açısından yetersizdir.
Yapılması gereken, içinden geçtiğimiz sürecin bir geçiş süreci olduğunu kavrayıp, bugünkü dönüşümü doğru tahlil etmek ve mevcut sürecin iki boyutlu doğasını kavramaktır.
Reel kaygılarla tek başına birine sıkışıp kalmak ya da sürecin ikili doğasını kavrayamayarak “öğrenci” eyleminin tarihsel karakterini bir kenara bırakıp salt dönüşüme odaklanmak sürecin ihtiyaçlarına yanıt üretmez.
Öğrencilerin bugün içinde bulunduğu durum bize şunu gösteriyor; bir taraftan eğitim sistemi gün
geçtikçe sermayeyle daha çok bütünleşiyor, öğrencilerin sahip oldukları haklar ellerinden alınıyor. Bunun sonucu olarak, paralı eğitim uygulamaları derinleşirken, diğer taraftan da öğrenciler, eğitim masraflarını karşılayabilmek için işçileşiyor ve eğitimin neo-liberal dönüşümünün bir sonucu olarak, ucuz iş gücü olarak sermayeye pazarlanıyor. Bu süreç bizi, iki yönde de mücadele etmeye zorunlu kılıyor. Bunun içindir ki, bir taraftan üniversitelerde özgür demokratik üniversite için mücadele etmeli (yani geçmişten gelen “alışkanlığı” devam ettirmeli) diğer taraftan da devrimin öncü gücü olan işçi sınıfıyla, öğrenci hareketinin bağını kurmalı ve işçileşen öğrencilerin işçi-öğrenci olmaktan ötürü bulundukları özgün duruma uygun hareket alanları yaratmalıyız (yani yeni duruma yanıt üretecek parola ve araçları üretmeliyiz).
[1] Kaynak: MEB, Milli Eğitim İstatistikleri 2008- 2009, ÖSYM Yükseköğretim İstatistikleri 2008- 2009
***
Ucuz İşgücü Olarak Öğrenci
Bir sonuç olarak öğrencilerin işçileşmesinin birçok sebebi vardır. Bugün ortaöğretimde lise okuyan öğrencilerin 1.565.269’u meslek liselerinde okumaktadır. Bu eğitimin bir diğer basamağı olan meslek yüksekokullarında (MYO) ise yükseköğretim görenlerin yüzde 30’unu oluşturan 879.275 öğrenci okumaktadır. [1] Eğitim yapısını ve özellikle bu alanlarda okuyan öğrencilerin staj adı altında işçileştirilmesini ve sömürülmesini düşündüğümüzde, lise ve üniversite öğrencilerinin yaklaşık yüzde 40’ı ya meslek liselerinde ya da MYO’larda okumaktadır. Bu verilere bir de eğitim masraflarını karşılamak için part-time çalışan öğrenci-işçileri ve lisans eğitimi veren kimi fakültelerde staj yapmak zorunda olan öğrencileri kattığımızda birçok öğrencinin dolaylı yollardan işçileştiğini görebiliriz.
Yeni Mücadele Araçlarına İhtiyacımız Var
Öğrenci işçilerin yaşadıkları sorunlar akademik-demokratik mücadele alanının kapsamını aşmaktadır. Doğal olarak mücadele araçları da, akademik- demokratik mücadelenin araçlarından farklılık gösterir. Öğrencilerin akademik- demokratik mücadeledeki araçları günümüze kadar bir çok yönden gelişmesine rağmen, öğrenci- işçi alanındaki mücadele araçları gelişmemiştir. Bir takım değişim ve dönüşümler geçirdikten sonra, Genç Sen bu alana yönelik geliştirilebilecek bir araç olabilir. Lakin öğrenci-işçilere yönelik mücadele araçları sadece Genç Sen’le sınırlanamaz. Bugün mühendislikten tıbba, sanayiden hukuka staj adı altında işçileşen öğrenciler, bütün bu farklı iş kollarında çalışma yürüten sendika ve meslek odalarında öğrenci işçi-olarak, bürolar kurup, alan açıp örgütlenebilir ve örgütlülüklerini okuldan sonra da devam ettirebilirler.
Öğrenci-işçilerin diğer öğrencilere göre daha az boş zamanı vardır ve diğer öğrenciler, öğrenci-işçilere göre okulu daha çok yaşam alanı haline getirirler. Bunlarla ve daha birçok sebeple beraber, öğrenci-işçilerin örgütlenmesi uzun erimli ve daha geç sonuç alınabilecek bir alan özelliğini taşımaktadır. Özgürlükçü Gençlik ve Liseli Kıvılcım olarak bizler, öğrenci gençliğin hem akademik-demokratik alandaki hem de öğrenci-işçi alanındaki araçlarını geliştirecek ve mücadelemizi sürdüreceğiz.
Kader Ortakaya
Kaynak : Özgürlükçü Gençlik Dergisi, sayı 13, Mart 2012
http://kaderortakaya.blogspot.com